1994’teki kendi ekonomik krizimiz sonrasında 1997,1998 dünya krizleri ve nihayetinde 2001’de Türkiye’de yaşanan bankacılık krizleri hem tahvil-bono piyasasında hem de hisse piyasasında büyük bir sarsıntıya neden olarak bazı halka açık şirketleri ve aracı kurumları da olumsuz etkiledi.Her krizle birlikte sektörde yeni dengeler ve konsolidasyonlar oluştu.
Sonrasında piyasalara krizlerde bir
şekilde ayakta kalmış büyük oyuncuların,yabancı fonların ve yabancıların
emirlerini front run eden (yani büyük
bir işlem yapılmadan önce o işlem hakkında bilgi sahibi olan kişinin önceden
kendi adına işlem yapan) “gömlekçi” diye tabir edilen İstinye’de seans
salonunda terminalin başındaki brokerların etkinliği devam etti.Borsa seans
salonunda aracı kurum işlem yetkilisi olduğunu gösteren gömlek giyerlerdi.Emirler
de hakikaten bildiğin tahtaya yazılırdı.Tahta yapmak tabiri de oradan gelir. O
zamanlar yabancı yatırımcılardan gelen emirler telefon veya faksla iletilir ve
emir de büyük olduğu için bazen bir kaç günde gerçekleştirilirdi.Bu da bu bilgiye sahip olan “gömlekçi”ler ve
onlarla birlikte hareket edenler için güzel bir kazanç kapısı oldu.Bu şekilde
büyük oyuncu olmuş ve hatta laf aramızda aracı kurumu sahibi olmuş brokerlarımız
da vardır.
Bazı tahtalarda
hakim olan büyük oyuncular da vardı.Bunlar daha uzun süreli pozisyon alır
momentumu izler ya da sahip oldukları içeriden bilgiyle hareket ederler ve bir
süre sonra hisse değeri bir yere geldikten ya da haber genele yayıldıktan sonra
satarak çekilirlerdi.
Bazıları bilgiyle,bazıları
yetenekle,bazıları ilişkileriyle bazıları da şansıyla kazanıyordu.O kadar çok
hareket edilirse şans faktörü de hakikaten önemlidir.Örneğin büyük bir oyuncu
1994 krizi öncesi hükümetten birisinin “bizim
notumuz kırılırsa piyasa sence nasıl etkilenir” sorusu üzerine ayıkarak bütün portföyünü satmasıyla efsaneleşmiştir.Hissedeki
pozisyonlarını likidite edip dolara geçtikten sonra gerçekten de kredi notu
indirimi gelmiştir.Ona da sattıklarını dolar bazında ikide bir ya da üçte bir
fiyatına yerine koymak kalmış.Yine başka bir oyuncu başka bir dönemde balayında
kafam rahat olsun diyerek bütün pozisyonlarını likidite etmiş ve bu kutsal
evlilik sayesinde 2001 krizini pas geçerek dönüşte sattığı hisseleri yerlerden geri toplamıştır.Şans
faktörü bir kenara benim gözlediğim kadarıyla elbette bu büyük oyuncuların
genelde ticari yetenekleri de vardı.Sultanhamam’da ya da Kapalıçarşı’da da esnaflık
yapsalar orada da başarılı olurlardı.
Borsada oynamak
tabiri boş yere çıkmıyor elbet.Varolan kültür bu olunca ortalama fon yöneticisi davranış
tarzı da bundan etkileniyor.Bir hisse fonu bir bakmışsınız yüzde 100 hisse
taşıyor.Ertesi günü bir bakmışsınız yüzde yüz nakite geçmiş.Neden?Fon
yöneticisinin beklentisi bu aralar iyi değil.Bizim fon yöneticimiz dünyadaki ve
Türkiye’deki bütün makro gelişmeleri yakın takip ettiği için piyasalarda kesin ne
olacak biliyor elbette !Ya da belki de o gün sadece afyonu patlamamış.Öyle ya
da böyle neticede karşılaştırma kriteri İMKB 100 endeksi olan bir hisse fonu
bakmışsınız bütün hisseleri satıp yüzde yüz oranda nakite geçmiş.
Neticede fonun kurucusu bir aracı
kurum.Bu fon ne kadar işlem yaparsa aracı kurum yönetimi de o kadar mutlu.İşlem
hacmine göre prim alan fon yöneticisi de mutlu.Ben buna bermuda şeytan üçgeni
diyorum.Yatırımcı fon yöneticisinden “piyasa düşerse ben zaten satarım” hoş ama boş
sözünü alıyor;aracı kurum komisyon kazanıyor ve fon yöneticisi işlem
hacminden prim alıyor.Ama varsa burada bir saadet sadece kısa vadeli oluyor. Aslında ise
uzun vadede üçgenin bütün ayakları kaybediyordu.En çok da hisse fonuna yatırım
yapan yatırımcı.Bu yüzden hisse fonlar geniş yatırımcı tabanına ulaşamıyor ve
büyümüyordu.Bu dönemlere portföy yönetim sektörünün emekleme dönemleri
denebilir.