20 Haziran 2015 Cumartesi

Kıssadan Hisse


Daha önceki yazılarımda Türkiye’de tasarrufların hala yüksek faiz dönemi hafızasıyla hareket ettiğine, hem bireysel hem de kurumsal tasarruflarda hisse alokasyonlarının olması gerektiğinden çok daha az olduğuna dikkat çekmiş ve uzun vadeli hisse yatırımları vasıtasıyla Türk ekonomisinin uzun vadeli büyümesinden şimdiye kadar halkaaçık hisselerin %65’ine sahip olan yabancı yatırımcıların yararlanmış olduğunu belirtmiştim. Bu alokasyon sorunuyla birlikte varolan diğer bir sorun da hisse yatırımlarının yapılış tarzı idi. Bu yazıda da mümkün olduğunca hisse yatırımı nasıl yapılır sorusunun üzerinde durmaya çalışağım.


Burada söyleyeceklerim çok bilindik şeyler olabilir. Muhtemelen bu konuyu biraz kurcalamış her yatırımcı Graham, Buffet, Lynch çizgisindeki ikonik hisse yatırımcılarının tavsiyelerini okumuştur. Ama bunları bir kez de yönettiği portföylerde bizzat uygulamış bir Türk portföy yöneticisi tarafından söylenmesinin belki biraz daha faydası olur beklentisiyle tekrar etmekte fayda görüyorum.


Hisse yatırımı başlıca iki türlü yapılabilir. Birincisi; “düşükten al yüksekten sat” diyebileceğimiz al-satçılıktır. Bunu da hisse bazında ya da endeks bazında yapabilirsiniz. 15 yılllık tecrübeme göre söyleyebilirim ki kulağa çok basit gelen bu işi başarmak neredeyse imkansızdır. Ülke bazında ya da global ölçekteki bütün haber akışına ve büyük resme mutlak hakimsiniz varsayımını yapsak bile endekslerin performansını birinci dereceden etkileyen global fon akışları bazen bu temellerden ayrışıp endeks hareketlerini tahmin edilemez noktaya getirir. Lokantaki garsondan büyük bir bankanın genel müdürüne kadar bir çok kesimden defalarca duyduğum “Borsa ne olur?” basit sorusunu milyon dolarlık soru yapan da cevabının bu belirsizliğidir.


Hisse bazında al-sat yapmak ise çoğu zaman kurumsal yöneticilerin de dahil olduğu çok klasik bir yatırımcı hatasıyla sonuçlanır: karlı pozisyonu hemen realize etmek ama kayıptaki bir pozisyonu uzun süre devam ettirmek. Alım ya da satım kararında maliyetini düşünen yatırımcı yanlış karar vermeye eğilimlidir. Hisse yatırımcısı için maliyet, pozisyon zararda ya da karda olsun hissenin son kapanış fiyatıdır. Eğer bir şeyler doğru ya da yanlış gidiyorsa sizin maliyetinizin ne olduğunun hiç bir önemi yoktur. Bu basit yatırımcı hatasını çok tecrübeli birçok piyasa oyuncusunda bile gördüğümü söyleyebilirim. Sonuçta yatırımcı insandır ve eninde sonunda duygularıyla hareket eder.

Al-satçıların en büyük yardımcısı teknik analizdir. “Temel analiz mi yoksa teknik analiz mi?” gereksiz tartışmasına girmeden şunu söylemek isterim ki; 1 haftalık teknik analiz kursuyla hisselerden emtiaya, çapraz kurlardan faizlere kadar bir çok yatırım ürünü hakkında fikir yürütmek mümkün olabilir. Yine de gerek Türkiye’de gerekse gelişmiş ülke piyasalarında şans faktörü,bilgi, doğuştan gelen içgüdüsel beceriler, disiplin vs. gibi özelliklerle al-sat stratejisini kullanarak para kazanmış yatırımcılar çoktur. Ama bu mutlak kazançtır yani uzun vadede endeks üzeri bir kazanç değildir. Vade uzadıkça endeks üzerinde getiri sağlayabilmek bu stratejiyle gittikçe daha zorlaşır. Piyasa zamanlaması yoluyla para kazanmış başarılı birçok hedge fon yöneticisi olmasına rağmen piyasa zamanlaması yaparak sistematik olarak hisse endeksini yenmiş hisse fonu yöneticisi pek duymadım. Al-sat kararlarının çoğu kazançla sonuçlansa bile ana yükseliş hareketini bir kez kaçıran yatırım fonu yöneticisi eninde sonunda endekse yenik düşer.

Buradan da hisse yatırımını “al-sat” stratejisiyle değil uzun vadeli “yatırımcı” olarak yapan ikinci anlayışa gelmek istiyorum. Kişisel olarak doğru stratejinin de bu olduğunu düşünüyorum. Bu tarz yatırımı da yine iki türlü yapabilirsiniz: Birinci yöntem, endeks fonları ya da borsa yatırım fonları  alarak pasif biçimde endekse yatırım yapmaktır. Gelişmiş ülkelerde sektör son yıllarda daha çok bu yönde gelişti. Uzman olmayan ve tam zamanlı olarak şirketlerin faaliyetlerini izleyemeyen yatırımcıların kulaktan dolma bilgilerle hisse almasındansa böyle bir seçeneği tercih etmeleri bence gayet makul bir seçimdir. Diğer bir yöntem ise hisse seçiminde aktif olan hisse yatırımcılığıdır ki yıllardır yönettiğim fonlarda ve portföylerde izlediğim yöntem de budur. Piyasa zamanlaması açısından pasif ancak hisse seçimi açısından aktif olmayı gerektiren bu yöntem, makro açıdan bir çok hususun portföy yöneticisinin kontrolü altında olmamasına rağmen hisse bazında aktif bir araştırma ve değerleme faaliyetiyle endeksin üzerine ek katma değer yaratılabileceği varsayımına dayanır.

Endeks fonları ya da Borsa Yatırım Fonları aracılığıyla pasif yatırımı öne sürenlerin dayanak noktası Etkin Piyasalar Hipotezidir. Etkin Piyasalar Hipotezini Wikipedi şöyle özetler: “Finansal piyasaların bilgi açısından etkin çalıştığını, hisselerin zaten mevcut bütün veriyi yansıttığını ve yeni bilgiye mümkün olan en yüksek hızla tepki verdiğini savunan tezdir. Dolayısıyla bu teoriye göre piyasada zaten mevcut olan veriyi kullanarak beklenenden daha fazla verim almak şansın yardımı olmadan mümkün değildir. Etkin Piyasalar Hipotezi'ne göre yeni bilgi, şu anda bilinmeyen fakat gelecekte rassal olarak ortaya çıkan veri olarak tanımlanır.” Kişisel olarak ben bu teoriyi seviyorum çünkü bunca yıldır defalarca kez ve sistematik bir şekilde piyasaların etkin olmadığını tecrübe etme şansı buldum. Her şeyden önce EPH’nin “bilgi simetriktir” ana varsayımı özellikle gelişmekte olan ülkelerde sadece bir ütopyadır. Bilgiye erişim, kullanım ve bunun karar mekanizmasına katkı biçimi kurumsal yatırımcıların etkin olmadığı gelişmekte olan ülke piyasalarında oldukça asimetriktir. Üstelik yatırımcılar rasyonel değildir; açgözlülük ve panik dürtüleriyle birçok irrasyonel kararlar alırlar. Bilginin oldukça simetrik ve kurumsal yatırımcıların çok etkin olduğu gelişmiş ülke piyasaları bile bu örneklerle doludur.

Sevdiğim bir diğer teori de kurumsal ya da bireysel yatırımcıların yatırım alokasyon kararlarında kısa vadeli volatiliteyi parametre olarak kabul etmesidir. Uzun vadeli bir hisse yatırımcısının elindeki en büyük koz da budur. Eğer riski kısa vadeli fiyat hareketleri olarak değil uzun vadeli değer kaybı olarak görebiliyorsanız hisse fiyatlarını birçok yatırımcıdan daha iyimser bir şekilde fiyatlayacaksınız demektir. Peter Lynch’in sözleriyle, hisse fiyatları şirket değerlerinden çok daha fazla oynaktır. Eğer günlük hisse fiyatları yerine uzun vadeli şirket değerine fokuslanabiliyorsanız hisse yatırımı sizin için daha az sancılı ve daha çok karlı olacaktır.

Yatırım yaptığınız hissenin fiyat hareketlerini izlemek yerine şirketin faaliyetlerini izlemek bu tarz yatırımcının düşünce yapısının nasıl olması gerektiğini ayırt etmek açısından önemlidir. Bir odaya makro ekonomiyi tartışan 10 tane ekonomist koyarsanız, büyük ihtimalle oradan en az 11 tane farklı görüş çıkacaktır. Bu yüzden bu tarz yatırımcı makro haber akışına ve günlük fiyat hareketleri odaklanmak yerine uzun vadeli yatırım perspektifine uygun olarak şirketin iş modeli, maliyet unsurları, borçluluğu, yönetim etkinliği, faliyet karlılığı, büyümesi, sektördeki rekabet durumu, sektörün genel ekonomi içindeki durumu, yönetimin vizyonu, yönetimin güvenilirliği, sektöre ilişkin yasal altyapı, riskler, tehditler, fırsatlar vs. gibi unsurlara odaklanır. Bütün bu bilgilerin ışığında bu şirketin ödenen fiyata değip değmeyeceğinin değerlendirmesini yapar. Burada şunu da belirtmekte yarar var ki, bir odaya dünyanın en iyi 10 kurumsal finansman uzmanını ya da analistinini koyarsanız aynı finansallardan en az 11 tane farklı değerleme çıkacaktır. Burada da devreye subjektif değerlendirmeler ve hissiyat girer. Eğer böyle olmasaydı çok sofistike bir excel makrosuyla en iyi şirketi seçmek çok kolay olurdu. Finansal tabloları yorumlamak ve altında yatan gerçek ekonomik performansı okumak zor bir iştir. Birçok açıdan çok ucuz gözüken bir şirket gittikçe zeminini yitiren bir sektöre ya da iş modeline sahip olabilir. Bir dönem 20x F/K ile işlem gören Microsoft ucuz olabilirken sektördeki gelişmelere bağlı olarak 10x F/K seviyesi pahalı da olabilir. Söylemeye çalıştığım, değer yatırımcılığı kolay değildir ve hata yapmaya da çok uygundur ama yatırımcı,gerekli disiplin ve bilgi takibiyle kısa vadeli makro haber akışını ve fiyat hareketlerini gözardı ederek  iş modelini anlayabildiği ,gelecek dönem değer yaratma potansiyeline odaklandığı ve iyi analiz ettiği  bir şirketin hissesinde stratejik bir ortak gibi  yatırım yaptığında iyi sonuçlar alabilir.

Fokus değer yatırımcılığı bir çok hisse yerine az sayıda hisse yatırımını öne çıkarır ama şunu da söylemekte yarar var: Siz işinizi ne kadar büyük bir disiplin içinde yaparsanız yapın hayat hiçbir zaman kristal formlarla gelmiyor ve en azından değerleme yaparken şirketin yönetim riski, yasal düzenleme riski ve diğer bazı uç riskleri de almış oluyorsunuz. Bu yüzden aldığınız 10 hisse pozisyonundan en az 2 tanesinde öngöremeyeceğiniz bir takım nedenlerle kaybedebileceğinizi gözönüne alarak sadece bir ya da bir kaç hisseyle değil en az 10-15 hisse senediyle portföyü oluşturmanın da hisse yatırımcısı açısından iyi olacağını düşünüyorum.
Forbes-Mayıs 2013