20 Haziran 2015 Cumartesi

Temettü Yoksa Pasta Yesinler


 

Türkiye Sermaye Piyasaları Birliği’nin 2014 yılı raporu taze çıktı. Tabloya hızlıca bir göz atalım: Halka açık şirket değerlerinin GSMH’ya oranı yüzde 27 olmuş. Bu oran ABD’de yüzde 125, Asya-Pasifik’te yüzde 90, Avrupa-Afrika-Ortadoğu Bölgesi’nde ise yüzde 64 seviyelerinde. ABD hanehalkı tasarruflarının yüzde 42’sini, Avrupa ortalama yüzde 30’unu, Japonya ise yüzde 18’ini hissede tutuyor. Aynı ligdeki ülkeler arasında kültür farklılıkları mevcut olsa da nihayetinde gelişmiş ekonomilerde tasarrufların önemli kısmı büyüyen şirketler için uzun vadeli fon sağlama işlevini yerine getiriyor ve sermaye tabana yayılıyor.

Gelişmekte olan ülkelerde ise genelde hisse yatırım kültürünün eksikliğini görüyoruz. Bu ekonomilerdeki hanehalkı, tasarruflarını genelde mevduat ya da gayrimenkul veya altın gibi fiziki  varlıklarda tutuyor.

Türkiye az gelişmiş bir ülke olarak bu tablonun kötü tarafında yer almanın yanı sıra, kültürel ve yapısal bir takım nedenlerle kendi ligindeki ekonomilere göre de iyi bir yerde durmuyor. Hanehalkı hisse yatırımlarının toplam hanehalkı tassarrufları içindeki payı Hindistan’da yüzde 8, Brezilya’da yüzde 15, Çin’de yüzde 14, Türkiye’de ise yüzde 6 civarında. Uluslararası karşılaştırmalarda Türk hisse senedi piyasasının global ölçeklere çıktığı tek husus işlem hacmi/piyasa değeri rakamları. Yüzde 168 işlem hacmi/piyasa değeri ile dünya standartlarının hayli üzerindeyiz. 2014 yılında yabancı yatırımcıların Türk hisse senetlerini elde tutma süresi 290 gün olurken yerli yatırımcının ortalama elde tutma süresi sadece 41 gün olmuş. Yani hisseye yatırım yapmayı çok sevmiyoruz ama hissede işlem yapmaya bayılıyoruz. “Borsada oynamak” tabirinin dilimize boş yere  yerleşmediğini bu rakamlar da teyyid ediyor. Kısaca diyebiliriz ki; bir çok konuda olduğu gibi hisse yatırımında da altyapımız Avrupalı, kafalar Ortadoğulu, hayaller ise Amerikalı!

Eğer vadeli ve opsiyon piyasalarımızın vahim durumunu saymazsak tablonun en kötü tarafı ise yatırım fonları büyüklüğümüzde. Yatırım fonlarının GSMH’ya oranı ABD’de yüzde 75, Asya-Pasifik’te yüzde 17 ve Avrupa-Afrika’da yüzde 44 iken bu oran Türkiye’de sadece yüzde 1.8 olmuş. İşin kötüsü bu büyüklüğün dağılımı da sorunlu. Yatırım fonları gelişmiş ülkelerde hisse, tahvil-bono ve para piyasası fonları olarak kendi içinde dengeli dağılırken Türkiye’de hisse fonlarının bütün yatırım fonlarına oranı sadece yüzde 4. Bütün bunların  neticesinde İstanbul Sanayi Odası’nın ilan ettiği ilk 100 sanayi kuruluşumuzdan da sadece 35 tanesi şimdiye kadar halka açılabilmiş durumda.

Bu tablonun oluşmasına neden olan hem bireysel hem de kurumsal yatırımcı kaynaklı sorunlara bu sayfalarda elimden geldiğince değindim. Peki bu tablonun oluşmasında halka açık şirket yönetimlerinin ne kadar payı var?

Kurumsal yönetim kalitesi ve hakim ortak etiği en önemli sorunlardan biri elbette. Ama bu başka bir yazı konusu olsun. Şimdi halka açık şirketlerde yatırımcıları mutsuz eden diğer bir ana etmen olan “düşük  temettü dağıtımı” konusuna bir göz atalım.

“Temettü dağıtmalı mı?” sorusu aslında “Yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan?” mevzusu gibi paradoksal ve akademinin de içinden çıkamadığı bir husus. Bu konuda bir çok görüş ve birbirine zıt akademik teoriler söz konusu. Üstüne üstlük Türk hisse senetleri görece yüksek enflasyon, yetersiz fon kaynakları ve yüksek büyüme ortamında faaliyet sürdürdükleri için sorun biraz daha karmaşık bir hal alıyor. Bütün bunlara ilave olarak ana hissedar için vergisel bir takım çekinceler de söz konusu. Ayrıca ana hissedarla azınlık hissedarı arasında “eldeki kuş ve daldaki kuş” değerlemesi de farklılaşabiliyor. Yani belli bir noktaya kadar temettü dağıtımında muhafazakar davranan yönetimlere hak vermek mümkün.

Örneğin Pegasus Hava Taşımacılığı A.Ş’yi ele alalım. Pegasus, son dönemlerdeki önemli halka arzlardan biriydi. Şirket kötü bir halka arz furyosunun ardından şanssız bir dönemde piyasaya geldi. Arzda başarısızlık riski almamak için de gayet yatırımcı dostu bir piyasa değeri belirleme politikası izlenildi. Ve bu yüzden de halka arz sonrası performansı son dönemlerde yatırımcı güvenine pozitif katkı yapan nadir halka arzlardan biri oldu. Yani Pegasus yönetimi belli ki azınlık hissedarı dostu bir yönetim. Ancak o dönemlerde Ali Sabancı’nın "Ben şahsen temettü almayı çok severim ama Pegasus genelinde önümüzdeki dönemde, orta vadede temettü ödemeyi düşünmüyoruz. Halka, yatırımlarının çok daha üstünde getiri sağlama sözü veriyorum” dediğini hatırlıyorum. Yani Ali Bey demek istedi ki; “Benim aktif karlılığım sermaye maliyetimden daha yüksek. Büyüme konusunda da önüm açık. Şimdi temettü vermek yerine ben bu katma değer potansiyelimi arttırırım ve ileride böylece ortaklara fazlasıyla şirket değer artışı olarak bunu geri döndürürüm.”

Ali Bey’in düşüncesi azınlık hissedarı açısından da gayet adilce, öyle değil mi?

Türkiye gerçekten de demografik yapısı, sektörlerdeki düşük penetrasyon oranları ve özelleştirme hamleleri ile şirketlere hızlı büyüme olanakları sunuyor. İşin kötüsü Türkiye ekonomisi şirketlere böyle verimli bir büyüme ortamı sunarken ne yazık ki büyümenin finansmanı konusunda elverişli bir ortam sunamıyor. Şirketlerimiz genelde ömürlerinin baharında ve yüksek kaldıraçlı şirketler. Bu yüzden tekrar söylüyorum, Türkiye’de düşük temettü dağıtım oranını bir noktaya kadar haklı görebiliriz. Bu azınlık hissedarının da lehinedir. Şirketlerin temettü ödeme kapasitesi  karlılık, büyüklük, yatırım evresi ve borçluluk gibi unsurlara göre değişiklik gösterecektir. İlla her şirket temettü verecek diye bir kaide de yok. Bir şirket yönetiminin haddinden fazla temettü ödeyerek şirketin büyümesini, karlılığını ve likiditesini riske atması beklenemez. Bu durum sadece ana hissedarı değil azınlık hissedarları da mutsuz eder.

Ancak Türk şirketlerinin kötü temettü performanslarını bir yere kadar faaliyette bulunduğu ekonomik ve finansal koşullara bağlayabiliyoruz, bir yerden sonra  halka açıklık kültürünün gelişmemiş olması devreye giriyor. Şirketlerimiz ağırlıkta aile şirketi ve halka açıklık oranları da düşük. Halka açılmışlar ama bunun sorumluluk bilincine sahip olmayan şirket sayısı çok fazla. Kazandıklarını yatırımcıyla paylaşmayı ve şirketin dışına para çıkmasını içlerine sindiremiyorlar. Bunun bir kültür sorunu olduğu, reel ve nominal faizlerin düşmüş ve finansman kaynakları iyileşmiş olmasına rağmen temettü dağıtım alışkanlığının hala kayda değer biçimde artmamasından da belli zaten. Nitekim hiç temettü ödememiş şirketlerimiz var. Zarar eden, yatırım bütçesi veya işletme sermayesi ihtiyacı çok yüksek olan şirketleri anlamak mümkün ancak kar eden, borcu olmayan ve hazır nakiti olan şirketler neden nakit temettü ödemez? O zaman bu şirketlerin hakim ortaklarına sormak gerekir: Neden halka açıldınız?

Halbuki halka açılarak fon kaynaklarına daha kolay erişmiş olan şirketler temettü ödeme kapasitesilerini de arttırabilirler. Optimal bir temettü oranını ödemeyi alışkanlık haline getiren şirketlerin nakit paranın üzerinde oturan şirketlere göre finansal süreçlerini yönetmede çok daha iyi olduğunu da görüyoruz. Nasıl aşırı borçluluk karlılığı geriye çekerse, fazla nakit olmak da aktif karlılığını bozar ve şirket değerini aşağıya çeker. Yüksek nakde sahip, karlı olan ama temettü vermeyen şirketlere bakın, beklentinin aksine iskonto ile işlem görürler. Temettü dağıtma yani kazancı azınlık hissedarlarla paylaşma konusunda alışkanlığı olmayan şirket hileli transfer konusunda da şüphelidir yatırımcının gözünde.

Refah artışı  ve hisse senedi yatırımı kültürünün artışı arasında güçlü ilişkiler sözkonusu. “Piyasa değerlemeleri düşük, yatırımcı gelmiyor, uzun vadeli yatırım yapılmıyor ve kurumsal yatırımcı hisseye uzak duruyor” diye hep birlikte dert yanıyoruz. Hisse piyasalarımızın arzu ettiğimiz yere gelmesi için bireysel ve kurumsal yatırımcılar kadar şirketlerin de derslerini alıp üzerlerine düşeni yapmaları gerekir. Pegasus gibi şirketler büyürken, sermaye karlılığını bozmadan da küçük yatırımcısına kar payı dağıtabilir. Periyodik bir gelir akışı küçük yatırımcının hissede kalma süresini uzatırken büyük kurumsal yatırımcıyı da hisse yatırımına teşvik edecektir. Bu da şirketin piyasa değerini ana hissedar için iyi bir yere çıkaracaktır. Halka açılmak bir sorumluluk, bir taahhüt ve bir paylaşımdır. Halka arz edilen şirket yönetimlerinin temettü konusunda diğer şirketlerden bir ton daha farklı düşünmesi gerekir.

Halka açık şirket genel kurullarına gidenler fark etmişlerdir, bu genel kurulları kendisine iş edinmiş çok ilginç bir bireysel yatırımcı tipi vardır. Bu insanların tüm amacı, toplantılardaki ikramdan en yüksek oranda yararlanmaktır. Bu “kurabiye canavarları” sadece birer hisse alarak bir genel kuruldan diğerine koşarlar. Şaka değil!

Ama hiç olmazsa onlar, azınlık hissedarı oldukları şirketler temettü dağıtmasa da yedikleri kurabiyelerle yatırımlarına bir şekilde tatlandırıcı sağlamış oluyorlar. Peki ya diğer yatırımcılar?
Forbes Mayıs 2015